.
Hatıralarımda, yıllar öncesinin unutulmaya yüz tutmuş düşüncelerini barındıran
Kapısı paslı bir gıcırtıyla açılan karanlık bir tavan arası var;
.
Tavan arasında, annemin bana bakarken sakladığı gözyaşı kadar ağır bir hava ve
Ölmüş dedemin tespih kokusu, bir köşede takvim yapraklarında yaşıyor
Tavanda birikmiş örümcek ağlarının ördüğü zaman haritasında
Ters dönmüş bir valizin içinden dökülen unutulmuş şehirler
Yıllardır oynanmamış bir oyuncağın içindeki donmuş kahkaha
Kurumuş bir parfüm şişesinden taşan kayıp bir kadın
Tahta zemine çarpıp, kırık bir hatıra olarak yankılanıyor...
.
Orada, ışığın bile temkinli süzüldüğü çıplak bir ampul altında
Çocukluğumun kırık oyuncaklarıyla göz göze geliyorum
Kimisi kolu kopmuş, kimisi yalnızca bir gölge artık...
.
Tavan arasında ki çerçevesiz eski pencere
Dışarıya değil içeriye bakar
Çünkü yalnızlık, dışarıda değil,
En çok insanın kendi içinde büyüyen bir boşluktur
Ve ben o pencereye her baktığımda
Kendi içime doğru düşerim...
.
Boyası bozulmuş bir sandığın içindeyim sonra
Sararmış mektupların, solmuş fotoğrafların, köşesi yırtılmış hayallerin arasında
Annenin çeyizinden düşen, iğne oyalı mendilin kenarına sinmiş gözyaşı
Sanki hepsi bana geri dön der gibi bakıyorlar ama
Dönülecek yol, çoktan unutulmuş bir dilin, bir kıtanın ismi gibi silinmiş hafızamdan...
.
Bir kutu açıyorum mesela,
İçinden eski bir saat çıkıyor çalışmıyor ama zamanı kokuyor hâlâ
O saat, durduğu anda hangi sabahı durdurduysa,
Ben de o sabahta kalmışım meğer, büyümemişim hiç
Sadece bedenim uzamış, yıllarım çoğalmış ama içimdeki çocuk
Hâlâ o sabahın içinden bana bakıyor
Bir salıncağın ucundan geçmişin rüzgârına tutunmuş hâlde...
.
Tavan arası dediğin şey bazen yalnızca bir yer değil,
Bazen saklanan kelimelerin, gömülen mektupların, yutkunulan cümlelerin
Kendi başına karar verip sürgüne yollandığı bir hafıza odasıdır,
İçlerinde mühürlü kahkahalarla birlikte hıçkırıklar, sessizce küflenmiş.
Ve ben o odada değil de, o odanın bizzat içinde bir eşya gibi oturuyorum,
Bir köşede unuttuğum kendimin tozlu hâline bakarken
İçimde bir taş gibi büyüyen “keşke”leri sıraya diziyorum
Her biri bir çocukluk anısına denk gelen pişmanlık boncukları gibi...
.
Burada insan, en çok kendisiyle yüzleşir
Ve en çok burada hisseder bazı ayrılıkların gerçekte hiç söylenmediğini
Çünkü bazı vedalar, yalnızca valizlerde unutulmuş gömleklerle yapılır
Ve bazı aşklar, bir tavan arasında ağzı açık kalmış bir parfüm şişesinde beklemeye devam eder...
.
Tavan arasındaki karşı köşeden fısıldar gibi sevgilimin sesini duyuyorum
Çocuklar gibi oyunlar oynadığımız zamanlardı
"Ben saklanıyorum, say!" demişti
Saydım ama bulamadım
Belki ben çok çabuk saydım,
Belki sen saklanmak yerine gitmeyi seçtin.
Belki de başka bir tavan arkasına gizlendin yoktun
Bir başka hayatın içine girip kayboldun...
.
Annemin dikiş kutusu, açıldığında konuşmaz,
Ama her düğme bir geceden düşmüş gibi yuvarlanır yere.
İğne kutusunda saklı duran susturulmuş nasihatlar,
Ve makaranın ucundaki ip,
Benim çocukken hiç anlamadığım sabırla doludur.
Cam kenarında unutulmuş o mavi çaydanlık,
Bir gün annemin ağladığı günün sessizliğini hâlâ saklar;
Ve pencerenin çürümüş pervazında,
Bir martının çığlığı donar
Geri dönmek isteyip de dönemeyen her şey gibi...
.
Orası bir tavan arası değildir sadece
Bütün bir ömre sahip güzel anılarla birlikte
Bir zamanın ayıklanmamış çöpü, sustutulmuş çığlığı
Biriktirilen utançlar, bastırılan arzuların izleri de var orada
Sanki düşünceye bile dönüşmemiş duyguların fosilleşmiş hâli...
.
İnerken merdivenlerden, arkama dönüp bakıyorum
Ve anlıyorum ki bazı odaların üstü sadece tozla örtülür
Çünkü insan, kendi içine gömdüğü anıların mezar taşıdır çoğu zaman
Ve hafıza dediğimiz şey, sadece bizim anılarımız değildir
Aslında sessizlikle mühürlenmiş bir tavan arasında
“Sen artık burada değilsin, ama biz hâlâ senin içindeyiz.” diyen
Gölgelenmiş hayatlardan ibarettir...
.
Vedat DÜNDAR
Yorumlar
Hiç yorum yapılmamış.Yorum Yap